Bu Blogda Ara

13 Ekim 2011 Perşembe

Ümitlenmek...



Ümitlenmek , ne tuhaf bir duygu. İstemsizce karşındakinin duygularını bilmeden sadece kendince tahminlerde bulunarak o duygulara isimler koymak. Her hareketini bir nedene bağlamak. İçimdeki çocuğu asla öldürmediğim, öldüremediğim içindi, tüm bunlar. Tüm bu çocukça oyunlar, o çocukluğun  masumluğun ardına gizlenip yapılan her şey. Boşa kürek çekmek, ben böyle olacağını biliyorum martavalları hepsi saçma bir çocukluk işte. Bunları yaptığım an doğru gelse de şimdilerde çok pişmanım. Keşke yapmasaydım. Keşke arkadaşlarımı , onların içlerindeki çocukları bu işin içine çekmeseydim. En başından vazgeçseydim. Kendi içimde söndürseydim. Şimdi daha mı iyi oldu? Hayır.  Keşke yapmasaydım, tüm yaptıklarımı. Çünkü bu ben değilim. Bu gerçek ‘Didem’ değil. Olmadığım, asla olamayacağımı düşündüğüm birine dönüştüm, bir anda.  Şimdilerde toparlanırken neler kaybettiğime bakıyorum, evine hırsız girdikten sonra eşyalarını kontrol eden insanlar gibi. Neleri götürdü bu yaptıklarım benden, neleri ben de bıraktı ve belki de benim hiç haberim olmadan neler getirdi bana. 

12 Ekim 2011 Çarşamba

Aşk bitmişti.

Belki de haklısın. Sana göre değilim.  Aşkı bahane olarak kullanmayacağım, merak etme. Seni nasıl ne kadar sevdiğimi bilmiyorsan yapabileceğim hiçbir şey kalmamış demektir. Sustum. Sustu. Karanlıklar kabuslarıma geri dönmüştü. Salondaki üçlü koltuğun kenarına pusmuştum, adeta. O ise  geldiğimden beri oturduğu tekli koltukta oturuyordu hala. Gitmemi bekliyordu. Doğru olan da buydu, belki de ama gidebileceğim bir yer yokken nereye gidebilirdim ?  öyle bir bakışı vardı ki ; git diyordu gözleri. Lanet olsun git artık. Git ki kendimle baş başa kalabileyim git ki pişman olmam için bir fırsat doğsun bana. Git ki sana geri dönmen için yalvarayım. Git ki kırılsın kalbim…. Böyle görmüştü çünkü. Eski aşklarından bunu öğrenmişti. Kırılmayı ve pişman olmayı aşk sanıyordu belki de… ben ise direnmek sayıyordum aşkı. Sonuna kadar savaşmak… her şeyimle savaş meydanına çıkıp canım pahasına aşkımın için kılıç sallamak… Birbirine böylesine zıt iki kişi iki kader , aşkı yanlış öğrenen ve o öğrendiklerine ölümüne bağlı iki insan nasıl da aşık olmuştuk birbirimize? Bu nasıl olabilirdi? Dahası orta yolu nasıl bulacaktık? İnandıklarından asla vazgeçmeyecek iki çılgın nasıl anlaşacaktık? Belki de bizi birbirimize böylesine çeken tek ortak nokta buydu. Aşka olan inancımız… yanlış birer inançtı belki, evet. Ama önemli olan aşka inanmak değil miydi? Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Kalbimi, en değerli parçamı beni ben yapan ruhumu evinde bırakıp gidiyordum işte. Ayağa kalktığımda gözlerinde sadece bir saniye için bir şey gördüm. Gitme diyordu o bakış. Gitme bırak oturalım böyle sessiz, çözümsüz. Yeter ki aynı evde karşılıklı oturalım. İnatlarından taviz vermeyen iki yaramaz çocuk gibi öylece oturalım.  Durmadım. Duramadım. İnançlarım orada daha fazla kalmama izin vermiyordu, çünkü.  Elim kapı tokmağındayken son bir kez dönüp ona baktım. Suskun solgun çoktan kabullenmişti bu ayrılığı. Tek çözüm onun istediğini yapmaktı. Çekip gitmek…
Suskun, lanet puslu günlerdi, çekip gitmek… aramasını, pişman olmasını beklerken, bu bekleyiş çok şey aldı götürdü, benden. Suskunlaştım. Bu suskunluklar arttıkça kendime küser oldum. Kendine küsen küstükçe kendine daha çok kapanan. Suçu kendinde arayan biri olup çıkmıştım. Aramadı. Yanılmıştım. Aşka olan inancını da yitirmişti beni yitirdiğinde…  aşksız, kalpsiz yaşamaya karar vermişti. Böyle yaparak daha az yara alacağını var olan yaralarını daha kolay saracağına inandırmıştı kendini. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Aşk bitmişti.

Yazmak…



 Var olmayan bir dünya yaratıp onun içinde doğurduğun karakterlerin hayatlarını biçimlendirmek, onlara kader yazmak. Belki de Tanrı’cılık oynamak… Bana öyle geliyor ki yazı yazabilen insanlar diğer insanlardan daha üstünler. Daha benciller, daha kıskançlar ve Tanrı’ya daha yakınlar…
Birine hayat vermek, onun acısını, onunla yaşayıp sevinciyle mutluluk duymak… Her yazarın karakterlerini yarattığı dünyada onları doğurur ve onları el bebek gül bebek büyütür. Hayata hazırlar. Bu hayatta iyiyi kötüyü seçme lüksü ise yazara aittir. Seçenekler onun tekelindedir.
 Yazar olma yolunun çok çok başındayım, biliyorum. Ama iyi sonlar bana göre değil. Cezp etmiyor beni iyi sonlar. Kötü sonlar yazarak gerçeği göremeyenlere, pembe rüyalarda yaşayanlara inat gerçeği söylemek istiyorum avaz avaz… Dünya, bize acı çektirmekten ve kötüye sürüklemekten zevk alıyor. Siz yine de kendi seçimlerinizi yaptığınıza inanın ama unutmayın bu büyük bir YALAN…